Перевод: со всех языков на все языки

со всех языков на все языки

durumda olmak

  • 1 durumda olmak

    to be in a position to

    İngilizce Sözlük Türkçe > durumda olmak

  • 2 yatar durumda olmak

    ЩЫЛЪЫН; щылъыгъ/ щылът: yatar durumda olmak IDI; ЩЫЛЪ(Щ): yatar durumda olmak bulunuyor

    Турецко-адыгский словарь > yatar durumda olmak

  • 3 iyi durumda olmak

    be on velvet

    Turkish-English dictionary > iyi durumda olmak

  • 4 kritik durumda olmak

    be on the razor's edge

    Turkish-English dictionary > kritik durumda olmak

  • 5 zor durumda olmak

    n. be in a cleft stick

    Turkish-English dictionary > zor durumda olmak

  • 6 güç durumda olmak

    to be in hot water

    İngilizce Sözlük Türkçe > güç durumda olmak

  • 7 duruyor olmak

    1) (kuyunun içinde duruyor olmak) ИТЫН 1. (машэм duruyor olmak/ мащэм duruyor olmak) (еты/ йотыр)
    2) (kuyunun içinde ayakta durur durumda bulunmak) ИТЫН 2. (машэм duruyor olmak/ мащэм duruyor olmak) (ИТ(щ)

    Турецко-адыгский словарь > duruyor olmak

  • 8 Stand

    Stand <- (e) s> [ʃtant] m
    1) ( Stehen) durma;
    aus dem \Stand durduğu yerden ( ohne Anlauf); hız almadan; ( fam) ( aus dem Stegreif) doğaçtan;
    einen ( sehr) schweren \Stand haben ( fam) durumu (çok) zor olmak;
    etw zu \Stande bringen bir şeyi gerçekleştirmek;
    zu \Stande kommen gerçekleşmek, ortaya çıkmak, olmak;
    nicht zu \Stande kommen olmamak
    2) (Entwicklungs\Stand) düzey; (Zu\Stand) durum; ( Stadium) evre, aşama;
    im \Stande sein, etw zu tun bir şeyi yapabilecek durumda olmak;
    etw auf den neuesten \Stand bringen bir şeyi en yeni duruma getirmek;
    gut in \Stand sein iyi durumda olmak;
    der \Stand der Ermittlungen soruşturmaların son durumu
    2. <-(e) s, Stände> [ʃtant, pl 'ʃtɛndə] m
    1) (Verkaufs\Stand) tezgâh; (Erfrischungs\Stand) büfe; (Informations\Stand) stant [o stand]; (Messe\Stand) stant [o stand], sergilik; (Taxi\Stand) durak
    2) (Konto\Stand) durum; (Öl\Stand) durum; (Wasser\Stand) düzey, seviye; (Sonnen\Stand) konum, pozisyon; (Spiel\Stand) skor
    3) ( soziale Stellung) pozisyon, mevki, konum

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > Stand

  • 9 Lage

    Lage <-n> ['la:gə] f
    1) ( Stelle); yer; geo konum
    2) ( Position) pozisyon, konum, mevki, durum;
    in der glücklichen \Lage sein, etw zu tun bir şeyi yapabilecek kadar şanslı durumda olmak;
    siehst du dich in der \Lage, uns zu helfen? bize yardım edebilecek durumda mısın?
    3) ( Situation) durum, hâl, vaziyet;
    dazu bin ich nicht in der \Lage onu yapabilecek durumda değilim;
    Herr der \Lage sein duruma hâkim olmak;
    versetz dich doch einmal in meine \Lage kendini bir kere benim yerime koy;
    nach \Lage der Dinge duruma göre;
    der Ernst der \Lage durumun ciddiliği;
    die \Lage peilen ( fam) sondaj yapmak
    4) ( Schicht) kat
    5) mus (Stimm\Lage) perde; (Ton\Lage) ton
    6) ( fam) ( Runde)
    eine \Lage Bier ausgeben herkese bira ısmarlamak
    7) ( Schicht) kat, tabaka

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > Lage

  • 10 se trouver

    v pr
    1 se situer bulunmak

    Je me trouvais à Paris à ce moment-là. — O sırada ben Paris'te bulunuyordum.

    2 olmak

    Cette ville se trouve au nord du pays. — Bu kent ülkenin kuzeyindedir.

    3 dans tel état durumda olmak
    4 kendini hissetmek

    Dictionnaire Français-Turc > se trouver

  • 11 stand

    n. duruş, durum, hal, yer, dayanma, direnme, katlanma, durak, işyeri, tezgâh, kürsü, tribün, sehpa, ayaklık, ayak, ayaklı askılık, ormanda yetişen ağaç, ekim alanı
    ————————
    v. dikilmek, ayakta durmak, ayağa kalkmak, kalmak, durmak, bulunmak, dayanmak, katlanmak, direnmek, göğüs germek, karşı koymak, devam etmek, sineye çekmek, üstlenmek, desteklemek, ısmarlamak, ihtiyaç duymak, kanıtlamak, çekilmek
    * * *
    1. dur (v.) 2. tutum (n.)
    * * *
    [stænd] 1. past tense, past participle - stood; verb
    1) (to be in an upright position, not sitting or lying: His leg was so painful that he could hardly stand; After the storm, few trees were left standing.) ayakta durmak
    2) ((often with up) to rise to the feet: He pushed back his chair and stood up; Some people like to stand (up) when the National Anthem is played.) (ayağa) kalkmak
    3) (to remain motionless: The train stood for an hour outside Newcastle.) hareketsiz durmak
    4) (to remain unchanged: This law still stands.) geçerli/yürürlükte olmak
    5) (to be in or have a particular place: There is now a factory where our house once stood.) (belli bir yerde) olmak/bulunmak
    6) (to be in a particular state, condition or situation: As matters stand, we can do nothing to help; How do you stand financially?) (belli bir durumda) olmak
    7) (to accept or offer oneself for a particular position etc: He is standing as Parliamentary candidate for our district.) aday olmak
    8) (to put in a particular position, especially upright: He picked up the fallen chair and stood it beside the table.) dikmek, koymak
    9) (to undergo or endure: He will stand (his) trial for murder; I can't stand her rudeness any longer.) tahammül etmek, uğramak, çekmek
    10) (to pay for (a meal etc) for (a person): Let me stand you a drink!) ısmarlamak, ikram etmek
    2. noun
    1) (a position or place in which to stand ready to fight etc, or an act of fighting etc: The guard took up his stand at the gate; I shall make a stand for what I believe is right.) duruş
    2) (an object, especially a piece of furniture, for holding or supporting something: a coat-stand; The sculpture had been removed from its stand for cleaning.)... sehpası, ayak, taban, kaide
    3) (a stall where goods are displayed for sale or advertisement.) stand, tezgâh
    4) (a large structure beside a football pitch, race course etc with rows of seats for spectators: The stand was crowded.) tribün
    5) ((American) a witness box in a law court.) tanık yeri
    - standing 3. noun
    1) (time of lasting: an agreement of long standing.) süre,...-lik
    2) (rank or reputation: a diplomat of high standing.) rütbe, saygınlık
    4. adjective
    ((of an airline passenger or ticket) costing or paying less than the usual fare, as the passenger does not book a seat for a particular flight, but waits for the first available seat.) yedekteki yolcu
    5. adverb
    (travelling in this way: It costs a lot less to travel stand-by.) yedek
    - standing-room
    - make someone's hair stand on end
    - stand aside
    - stand back
    - stand by
    - stand down
    - stand fast/firm
    - stand for
    - stand in
    - stand on one's own two feet
    - stand on one's own feet
    - stand out
    - stand over
    - stand up for
    - stand up to

    English-Turkish dictionary > stand

  • 12 be up the pole

    zorda olmak, zor durumda olmak, sarhoş olmak, çakırkeyif olmak

    English-Turkish dictionary > be up the pole

  • 13 be up the pole

    zorda olmak, zor durumda olmak, sarhoş olmak, çakırkeyif olmak

    English-Turkish dictionary > be up the pole

  • 14 be in a hole

    zor durumda olmak, sıkıntılı olmak, boşlukta olmak

    English-Turkish dictionary > be in a hole

  • 15 be in queer street

    v. parasız kalmak, borcu olmak, zor durumda olmak, başı dertte olmak

    English-Turkish dictionary > be in queer street

  • 16 be on velvet

    iyi durumda olmak, rahat olmak, avantajlı olmak

    English-Turkish dictionary > be on velvet

  • 17 be in a hole

    zor durumda olmak, sıkıntılı olmak, boşlukta olmak

    English-Turkish dictionary > be in a hole

  • 18 be in queer street

    v. parasız kalmak, borcu olmak, zor durumda olmak, başı dertte olmak

    English-Turkish dictionary > be in queer street

  • 19 be on velvet

    iyi durumda olmak, rahat olmak, avantajlı olmak

    English-Turkish dictionary > be on velvet

  • 20 Betrieb

    Betrieb <-(e) s, -e> m
    1. 1) ( Unternehmen) işletme
    2) ( handwerklich) atölye, iş yeri
    3) (Gewerbe\Betrieb) ticarethane
    4) ( Belegschaft) personel
    2. <- (e) s> m kein pl
    1) ( Tätigkeit) faaliyet; ( das Arbeiten) çalışma;
    in \Betrieb sein çalışmakta [o işler durumda] olmak;
    etw in \Betrieb nehmen bir şeyi faaliyete geçirmek, bir şeyi çalıştırmak;
    außer \Betrieb sein bozuk [o işlemez] olmak; ( Automat) servis dışı olmak
    2) ( fam) kalabalık; ( reger Verkehr) işleklik, gelen geçen [o giden]; ( lebhaftes Treiben) hareket;
    in der Stadt war viel \Betrieb şehir ana baba günüydü

    Wörterbuch Deutsch-Türkisch Kompakt > Betrieb

См. также в других словарях:

  • olmak — nsz, ur 1) Meydana gelmek, varlık kazanmak, vuku bulmak En şiddetli münakaşa, kumpanyanın ismi için oldu. S. F. Abasıyanık 2) Gerçekleşmek veya yapılmak 3) Bir görev, makam, san veya nitelik kazanmak Okumak, eczacı olmak bu sayılı inatlarından… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • hazır bulunmak (veya olmak) — 1) (bir yerde) bir yerde var olmak, kendi bulunmak 2) (bir yerde) bir şeyi hemen yapabilecek durumda olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • kanayan yara olmak — sürekli sıkıntı, üzüntü ve zarar veren bir durumda olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • sersefil olmak — perişan, zavallı durumda olmak Burada sersefil olmanızın bir anlamı yok, bence eve gitmeniz daha yararlı olur. A. Ümit …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • işkilli olmak — işkil duymak, tedirgin durumda olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • mahzun olmak — üzgün durumda olmak, boynu bükülmek …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • sinir sahibi olmak — devamlı sinirlenir durumda olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • sinirleri gergin olmak — sinirlendirici yeni bir olay çıkarsa hemen tepki gösterecek durumda olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • başı belada olmak — çözülmesi güç, sıkıntılı bir durumda olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • eli ayağı (veya eli kolu) bağlı olmak — çaresiz, istediğini yapamayacak bir durumda olmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • sabit olmak — 1) bir şeyin varlığı, gerçekliği kesin olarak belli olmak Önceden koyduğu teşhislerin doğruluğu sonradan kaç defa sabit olmuş. A. Ş. Hisar 2) durağan durumda bulunmak …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»