-
1 durumda olmak
to be in a position to -
2 yatar durumda olmak
ЩЫЛЪЫН; щылъыгъ/ щылът: yatar durumda olmak IDI; ЩЫЛЪ(Щ): yatar durumda olmak bulunuyor -
3 iyi durumda olmak
be on velvet -
4 kritik durumda olmak
be on the razor's edge -
5 zor durumda olmak
n. be in a cleft stick -
6 güç durumda olmak
to be in hot water -
7 duruyor olmak
2) (kuyunun içinde ayakta durur durumda bulunmak) ИТЫН 2. (машэм duruyor olmak/ мащэм duruyor olmak) (ИТ(щ) -
8 Stand
1. kein pl1) ( Stehen) durma;etw zu \Stande bringen bir şeyi gerçekleştirmek;zu \Stande kommen gerçekleşmek, ortaya çıkmak, olmak;nicht zu \Stande kommen olmamak2) (Entwicklungs\Stand) düzey; (Zu\Stand) durum; ( Stadium) evre, aşama;im \Stande sein, etw zu tun bir şeyi yapabilecek durumda olmak;etw auf den neuesten \Stand bringen bir şeyi en yeni duruma getirmek;gut in \Stand sein iyi durumda olmak;der \Stand der Ermittlungen soruşturmaların son durumu2. <-(e) s, Stände> [ʃtant, pl 'ʃtɛndə] m1) (Verkaufs\Stand) tezgâh; (Erfrischungs\Stand) büfe; (Informations\Stand) stant [o stand]; (Messe\Stand) stant [o stand], sergilik; (Taxi\Stand) durak2) (Konto\Stand) durum; (Öl\Stand) durum; (Wasser\Stand) düzey, seviye; (Sonnen\Stand) konum, pozisyon; (Spiel\Stand) skor3) ( soziale Stellung) pozisyon, mevki, konum -
9 Lage
Lage <-n> ['la:gə] f2) ( Position) pozisyon, konum, mevki, durum;in der glücklichen \Lage sein, etw zu tun bir şeyi yapabilecek kadar şanslı durumda olmak;siehst du dich in der \Lage, uns zu helfen? bize yardım edebilecek durumda mısın?3) ( Situation) durum, hâl, vaziyet;dazu bin ich nicht in der \Lage onu yapabilecek durumda değilim;Herr der \Lage sein duruma hâkim olmak;versetz dich doch einmal in meine \Lage kendini bir kere benim yerime koy;nach \Lage der Dinge duruma göre;der Ernst der \Lage durumun ciddiliği;die \Lage peilen ( fam) sondaj yapmak4) ( Schicht) kat5) mus (Stimm\Lage) perde; (Ton\Lage) toneine \Lage Bier ausgeben herkese bira ısmarlamak7) ( Schicht) kat, tabaka -
10 se trouver
v pr1 se situer bulunmak◊Je me trouvais à Paris à ce moment-là. — O sırada ben Paris'te bulunuyordum.
2 olmak◊Cette ville se trouve au nord du pays. — Bu kent ülkenin kuzeyindedir.
3 dans tel état durumda olmak4 kendini hissetmek -
11 stand
n. duruş, durum, hal, yer, dayanma, direnme, katlanma, durak, işyeri, tezgâh, kürsü, tribün, sehpa, ayaklık, ayak, ayaklı askılık, ormanda yetişen ağaç, ekim alanı————————v. dikilmek, ayakta durmak, ayağa kalkmak, kalmak, durmak, bulunmak, dayanmak, katlanmak, direnmek, göğüs germek, karşı koymak, devam etmek, sineye çekmek, üstlenmek, desteklemek, ısmarlamak, ihtiyaç duymak, kanıtlamak, çekilmek* * *1. dur (v.) 2. tutum (n.)* * *[stænd] 1. past tense, past participle - stood; verb1) (to be in an upright position, not sitting or lying: His leg was so painful that he could hardly stand; After the storm, few trees were left standing.) ayakta durmak2) ((often with up) to rise to the feet: He pushed back his chair and stood up; Some people like to stand (up) when the National Anthem is played.) (ayağa) kalkmak3) (to remain motionless: The train stood for an hour outside Newcastle.) hareketsiz durmak4) (to remain unchanged: This law still stands.) geçerli/yürürlükte olmak5) (to be in or have a particular place: There is now a factory where our house once stood.) (belli bir yerde) olmak/bulunmak6) (to be in a particular state, condition or situation: As matters stand, we can do nothing to help; How do you stand financially?) (belli bir durumda) olmak7) (to accept or offer oneself for a particular position etc: He is standing as Parliamentary candidate for our district.) aday olmak8) (to put in a particular position, especially upright: He picked up the fallen chair and stood it beside the table.) dikmek, koymak9) (to undergo or endure: He will stand (his) trial for murder; I can't stand her rudeness any longer.) tahammül etmek, uğramak, çekmek10) (to pay for (a meal etc) for (a person): Let me stand you a drink!) ısmarlamak, ikram etmek2. noun1) (a position or place in which to stand ready to fight etc, or an act of fighting etc: The guard took up his stand at the gate; I shall make a stand for what I believe is right.) duruş2) (an object, especially a piece of furniture, for holding or supporting something: a coat-stand; The sculpture had been removed from its stand for cleaning.)... sehpası, ayak, taban, kaide3) (a stall where goods are displayed for sale or advertisement.) stand, tezgâh4) (a large structure beside a football pitch, race course etc with rows of seats for spectators: The stand was crowded.) tribün5) ((American) a witness box in a law court.) tanık yeri•- standing 3. noun1) (time of lasting: an agreement of long standing.) süre,...-lik2) (rank or reputation: a diplomat of high standing.) rütbe, saygınlık•- stand-by4. adjective((of an airline passenger or ticket) costing or paying less than the usual fare, as the passenger does not book a seat for a particular flight, but waits for the first available seat.) yedekteki yolcu5. adverb(travelling in this way: It costs a lot less to travel stand-by.) yedek- stand-in- standing-room
- make someone's hair stand on end
- stand aside
- stand back
- stand by
- stand down
- stand fast/firm
- stand for
- stand in
- stand on one's own two feet
- stand on one's own feet
- stand out
- stand over
- stand up for
- stand up to -
12 be up the pole
zorda olmak, zor durumda olmak, sarhoş olmak, çakırkeyif olmak -
13 be up the pole
zorda olmak, zor durumda olmak, sarhoş olmak, çakırkeyif olmak -
14 be in a hole
zor durumda olmak, sıkıntılı olmak, boşlukta olmak -
15 be in queer street
v. parasız kalmak, borcu olmak, zor durumda olmak, başı dertte olmak -
16 be on velvet
iyi durumda olmak, rahat olmak, avantajlı olmak -
17 be in a hole
zor durumda olmak, sıkıntılı olmak, boşlukta olmak -
18 be in queer street
v. parasız kalmak, borcu olmak, zor durumda olmak, başı dertte olmak -
19 be on velvet
iyi durumda olmak, rahat olmak, avantajlı olmak -
20 Betrieb
Betrieb <-(e) s, -e> m2) ( handwerklich) atölye, iş yeri3) (Gewerbe\Betrieb) ticarethane4) ( Belegschaft) personelin \Betrieb sein çalışmakta [o işler durumda] olmak;etw in \Betrieb nehmen bir şeyi faaliyete geçirmek, bir şeyi çalıştırmak;außer \Betrieb sein bozuk [o işlemez] olmak; ( Automat) servis dışı olmak2) ( fam) kalabalık; ( reger Verkehr) işleklik, gelen geçen [o giden]; ( lebhaftes Treiben) hareket;in der Stadt war viel \Betrieb şehir ana baba günüydü
См. также в других словарях:
olmak — nsz, ur 1) Meydana gelmek, varlık kazanmak, vuku bulmak En şiddetli münakaşa, kumpanyanın ismi için oldu. S. F. Abasıyanık 2) Gerçekleşmek veya yapılmak 3) Bir görev, makam, san veya nitelik kazanmak Okumak, eczacı olmak bu sayılı inatlarından… … Çağatay Osmanlı Sözlük
hazır bulunmak (veya olmak) — 1) (bir yerde) bir yerde var olmak, kendi bulunmak 2) (bir yerde) bir şeyi hemen yapabilecek durumda olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
kanayan yara olmak — sürekli sıkıntı, üzüntü ve zarar veren bir durumda olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
sersefil olmak — perişan, zavallı durumda olmak Burada sersefil olmanızın bir anlamı yok, bence eve gitmeniz daha yararlı olur. A. Ümit … Çağatay Osmanlı Sözlük
işkilli olmak — işkil duymak, tedirgin durumda olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
mahzun olmak — üzgün durumda olmak, boynu bükülmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
sinir sahibi olmak — devamlı sinirlenir durumda olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
sinirleri gergin olmak — sinirlendirici yeni bir olay çıkarsa hemen tepki gösterecek durumda olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
başı belada olmak — çözülmesi güç, sıkıntılı bir durumda olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
eli ayağı (veya eli kolu) bağlı olmak — çaresiz, istediğini yapamayacak bir durumda olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
sabit olmak — 1) bir şeyin varlığı, gerçekliği kesin olarak belli olmak Önceden koyduğu teşhislerin doğruluğu sonradan kaç defa sabit olmuş. A. Ş. Hisar 2) durağan durumda bulunmak … Çağatay Osmanlı Sözlük